Uçuruma Doğru Sürüklenen Bir Evliliği Kurtarma Çabaları
Evlilik hayatına sonsuz mutluluğu yakalamak düşüncesiyle başlamak elbette abartılı bir beklentidir. Her türlü birliktelikte olduğu gibi evlilik ilişkisinde de inişler ve çıkışlar, mutluluklar ve hayal kırıklıkları olabilir. Önemli olan, problemlerin farkına varıp, çözecek kararlılık ve samimiyetle evlilik ilişkisine devam etmeyi başarabilmektir.
Birçok evli insan eşlerinin uzun süredir çaldığı imdat çanlarına kulak tıkayarak sanki bu huzursuzluklar doğalmış ve kendiliğinden bir gün düzelecekmiş gibi davranırlar. Fakat aniden eşlerden biri boşanmayı düşündüğünü söylediğinde, bu çanlara kulak asmayan eşin, yer ayaklarının altından adeta kayar. Peki, girilen bu çıkmazdan nasıl bir çaba ile geri manevra yapma imkanı vardır.
Neden Bir Aile Danışmanım Olmalı
Aile danışmanlığı ülkemizde yeni bir alan olmakla beraber, Amerika’da, İngiltere’de ve Avrupa’nın belli başlı gelişmiş ülkelerinde yıllardır varlığını sürdürmekte ve ailelere destek olmaktadır.
Modern yaşam stresi, artan nüfus, gelişen teknoloji, insanların daha iyi bir yaşam beklentisi ve bu beklentilerin karşılanamaması bireyleri ve aileleri çoğu zaman içinden çıkılması imkansız gibi görünen bir kriz yumağının içerisine sokmaktadır. Bu aşamada bireyler ve aileler bu yumağın içinde çırpınıp durmakta ve çözüm yollarını görememektedirler. Bu noktada bir aile danışmanından destek almayı düşünmek, ilişkileri ve krizi yönetme, iletişim kurma, çözüm üretme yolunda yeni bakış açıları kazanmak için atılmış büyük bir adımdır.
Narsizmin Sularında Yüzmek
Narsisizmin tarihsel kökenine baktığımızda karşımıza Ovidius tarafından anlatılan acıklı bir öykü çıkar:
Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda ‘eko’ dediğimiz yankılara dönüşür.
Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir.
Kadın
Türk Tarihinde bir dönüm noktası olan Milli mücadele döneminde, cephede “ya istiklal ya ölüm” çığlıklarıyla istiklalimize yön veren, kadınlar hakkında yazacağım bugün
Bu mücadele sürecinde bizzat savaşlara katılmanın yanında, cephe gerisinde hastanelerde hasta bakıcı ve hemşire olarak, fabrika ve atölyelerde mermi ve cephane üreterek, askerlerin dikim ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılayarak önemli görevler ifşa etmiş olan kadınlar hakkında yazacağım.
Afyon mevzilerinde çok iyi silah kullanan ve başından vurularak şehit olan Gördesli Makbule, 8 yaşındayken Çanakkale savaşına katılan 12 yaşındayken onbaşı rütbesi alan, çok iyi at binen ve silah kullanan Nezahat Onbaşı (Baysel), dört oğlu ve bir kızıyla Milli Mücadele’ye katılarak Salihli’de ülkemiz için savaşan Ayşe Çavuş, Tarsus’un kurtarılmasına büyük faydalar sağlayan Tarsus’lu Kara Fatma, güney cephesinde 9.tümende bir gönüllü müfrezenin komutanı olan ve cephede şehit olan arkadaşlarının bedenlerinin düşman tarafından çiğnenmemesi için cesaret göstererek cepheden fırlayan ve ateş altındaki yerden arkadaşlarından birini sırtlayan Tayyar Rahmiye, Kurtuluş Savaşı’nda Kastamonu’daki bütün kadınları toplayarak asker için çorap, kazak ve fanila ördürerek, cepheye gönderen Hafız Selman İzbeli, Halide Edip, Bedriye Tahir Gökmen, Sabiha Gökçen, Afife Jale ve daha niceleri…
Ergen Dünyası
Ergenlik, çocukluk ve yetişkinlik arasındaki gelişimsel bir geçiş sürecidir.
G.Satenley Hall – ki kendisi hem psikolojide, hem eğitimde hem de popüler kültürde ergenlik temalarını şekillendiren olağanüstü bilgisiyle tanınmaktadır – ergenlik dönemini; 12-13 yaşlarında erinlikle başlayan ve en geç 22-25 yaşlarına kadar uzayabilen bir süreç olarak tanımlamaktadır.
Ergenliğin ilk dönemlerinde, ergenler bedenlerindeki değişim ve gelişim üzerinde yoğunlaşırlar. Hızlı fiziksel gelişimlerine uyum ve bu değişiklikler ile baş etme çabaları hakimdir. Devam eden süreçte ise; karşı cinse aşık olma, mahcubiyet, çekingenlik, aşırı hayal kurma, tedirginlik, huzursuzluk, yalnız kalma isteği, çalışmaya karşı isteksizlik, çabuk heyecanlanma, mutluluktan havaya uçma, hoşnutsuzluk, kederli hal, melankoli gibi birçok duygusal iniş-çıkışlar yaşarlar. Bu duygusal dalgalanmaların şiddeti, yaş gruplarına, okula devam edip etmemelerine, ailelerin geliştirdiği tutumlara, sosyal ve kültürel çevrelerine, ergenlerin sahip oldukları bireysel zekalarına ve çevreleri tarafından kabul edilme derecelerine göre değişiklik gösterir.
Boşanmalar Neden Arttı
Hiçbir çift, boşanma fikri ile evliliğe adım atmaz, fakat bir zaman gelir ki, aşağıda sayacağımız nedenler çiftleri ne yazık ki bu yola sürükler…
*Yaş faktörü: Belli bir yaş sınırından sonra, sahip olunan ilgi alanlarının değişmesi ve eşlerin bu konuda birbirlerine saygı göstermemeleri çatışmaları doğurabilir
*Hormonlar: Özellikle, yeni bebek sahibi olunduğunda, ya da menopoz & andropoz dönemlerinde, eşlerin birbirlerine daha anlayışlı davranmaması, eşlerin farklı arayışlara girmeleri çiftleri uçuruma sürükleyebilir
*Parasal sorunlar: Özellikle sosyal medyanın kullanımının artması ve çoğunluğun gittiği yerleri, yediği yemekleri, eşlerin aldığı hediyeleri sosyal medyada sergiler hale gelmesi, sanal mutluluk sergilenmesi, çiftlerin kendilerinde olana odaklanmalarını değil de, olmayanı sorgulamalarına yol açar. Bu ise ilişkileri ve evlilikleri hızla yokuş aşağı iter
Boşanma Sonrası Çocukların Uyumu Nasıl Sağlanır
Boşanma sonrasında çocuklarımızın yıpranmaması ve bu sürece en az zararla uyum sağlaması için neler yapmalıyız?
Boşanma öncesi aile arasındaki çatışmalar, çocuğun ruh sağlığını olumsuz yönde etkiler. Çocuğun sağlıklı gelişimi açısından, anne ve babadan ayrı kalması, olumlu bir durum değildir. Fakat boşanma kararı kaçınılmaz ise, anne ve babanın en büyük çabası, çocuklarının göreceği zararı en aza indirgemek olmalıdır
*Yaşına bağlı olarak, çocuğunuza bu konuda kendisini nasıl hissettiğini sorun. Anlattıklarını dikkatlice dinleyin, hiçbir yorum yapmayın. İçinden gelen her şeyi söyleyebileceğini çocuğunuza hissettirin
*Çocuğunuz boşanma sebebini kendinde arayacak, kendini suçlu hissedecektir. Eşiniz ile yaşadığınız sorunların kendisi ile hiçbir ilgisi olmadığına öncelikle onu ikna etmelisiniz
Bizi Rahatsız Eden Olaylar Mı Yoksa Düşüncelerimiz Mi
Bizi rahatsız eden olaylar mı, yoksa sahip olduğumuz düşüncelerimiz mi?
Geçen gün danışanlarımdan biri ile seans sırasında şöyle bir şey dedi.
“Hocam erkek arkadaşımla bugün tartıştık, ben anladım artık bana değer vermiyor, beni sevmiyor”
Nasıl kapıldın bu düşünceye diye sordum.
“Whatsapp’tan geçen gün mesaj yazdım, mesajı gördü ama bana saatler sonra cevap verdi”
Başka bir şey oldu mu peki dedim, Hayır olmadı diye cevap verdi.
Mesajına geç cevap verdiği için mi sana değer vermediğini düşündün diye sordum.
“Evet hocam, değer verseydi cevap yazardı dedi”
Bir başka çifte göre hiç sorun oluşturmayacak bir konu, farklı bir çift için ya da kişi için sorun oluşturabiliyor.
Aşk Oyunları
İyi bir aile içi iletişim, aile bireylerinin ruh sağlığını olumlu yönde etkiler. Motivasyonu arttırır, aile bireylerinin günlük yaşantılarında daha uyum içinde olmalarını sağlar. Hızlı yaşam koşulları, uzun çalışma saatleri, büyük şehir stresi, trafik ve buna benzer günlük yaşam koşuşturmacaları, ister istemez aile içi ilişkilerimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Hele ki, eşlerin ikisi de çalışıyorsa, eve yorgun gelinir ve herkes kendi dünyalarına çekilir.
Bu durum bazen, artık ilgimizi ve sevgimizi kaybettiğimiz doğrultusunda algı yanılgılarına neden olur. Yavaş yavaş aile içi iletişimsizlik başlar ve kendimizi en mutlu, en huzurlu, en güvenli hissetmemiz gereken yer, birden sadece temel ihtiyaçlarımızı karşıladığımız bir uğrak yolu haline gelir. Eşimiz ev arkadaşımız olur. Yeni tanıştığımız anlarda bizi heyecanlandıran insan gözümüzde sıradanlaşır, günlük yaşamın koşuşturması içerisinde kaynayıp gider. Sevgi vardır yine, ama yaşamımızda keyifli, hayata bağlı, güvenli hissetmemizi sağlayan dopamin; neşeli, pozitif hissetmemizi sağlayan endorfin hormonları eksiktir. Bu da eşlerin kendilerini keyifsiz, canı sıkkın, stresli ve gergin hissetmesine sebep olmaktadır.